14 Kasım 2008 Cuma

Günleri 24 saat yaşamak

Güya yılın en kısa günlerinin yaşandığı aylardayız, düşünün güneşin doğuşundan ertesi gün yeniden doğuşuna kadar geçen her dakikayı her dakika olmasa bile her 30 dakikayı farkederek günlerinizi geçirdiğinizi.
Kırmızı kalın perdeleri olan bi camım var odamda, perdeler ışığı geçirmeyen cinsten yani sabah mı olmuş akşam mı yada dışarda fırtına mı kopuyor pek farkında olmuyorsunuz kapalılarken, ki bu odanın en sevdiğim özelliği, sürekli karanlık ve yağmurlu bi hava görmektense şu sıralar hep kapalı tutup hayal gücümle daha düzgün bi görüntü yaratıyorum zihnimde. Sabahları güneşin doğduğunu kırmızı kalın perdenin kenarından yolunu bulup gelen ışıktan anlıyorum, kafamda beliren ilk şey "ne hoş yeni bir gün!" tamamen mecazi. Bu düşünceyle dalmışken yeniden kattaki undergradların derse yetişme telaşı ve mutfakta sandvic tradition ı için yaptıkları hazırlıkları duyuyorum "vaay diyorum yarım saat geçmiş güneşin doğuşu üzerinden". Bi yarım saat sonra artık benim uyanma vaktim geliyor sanki uyuyormuşum da uyanmışım gibi alarmım çalınca kalkıyorum. Ondan sonraki zaman zaten dakikalar nezdinde gözüm devamlı saatte geçiyor, otobüsün hiç bi zaman zamanında gelmedigi saati, dersin saati, hadi artık ders bitsin saati, kimi günler lab saati.. gün içinde bu kadar domine hissettiğim zaman mevhumu akşam olduğunda iyice çığrından çıkıp hadi artık gün bitsin hadi artık gün bitsin ızdırabına dönüşüyor. Aslında bu hikaye çok tipik bir öğrenci günü örneği ve ben de bu ve bunun gibi günleri yıllardır yaşıyorum. 24 saat yetmez derdik hep ama 24 saati gerçekten yaşamak, uzunluğunu cidden hissetmek yetmezlikten çok boğulmuşluk hissini doğuruyormuş insanda. Ve farkediyorum ki "aa saat kaç olmuş hiç anlamadık" dediğimiz zamanlar da hep mutlu geçirdiğimiz zamanlarmış. Sevgilinizin yanında kaç defa saate baktınız? Çoğu zaman yapmanız gereken işleri, gitmeniz gereken yeri unutup geç kalmadınız mı? Sevdiğiniz insanlarla beraberken, sevdiğiniz bir işi yaparken en basiti sevdiğiniz bir kitabı okurken siz anlamadan zamanın geçip gitmesinin tam tersini yaşamak: sevdiğin insanların yanında olmalısın, yapmaktan hoşlandığın işlerin başında olmalısın yoksa günün hakkaten 24 saat olduğunu farketmeye başlıyorsun ki bu inan şu an farkedemesen de hiç istemeyeceğin birşey sonucuna ulastırdı beni.
İstediğin ve sevdiğin işi yaparken bile 24 saati hissetmeye başlayınca ne oluyor peki? Anlıyorsun ki paylaşmadan yaşadığın hiçbir şey seni mutlu etmiyor, o zamanın nasıl gectiğini anlamadığın insanları arıyorsun ama kimisi çok uzağında kimisi de artık tamamen yok. Yeniler mi ? Onlarla daha alfabenin A sındasın, B C ve D'ye en sonunda ulastığında zaten burdaki süreni de bitirmiş olacaksın. Ve kimbilir nereye yine A'dan başlamaya gideceksin. Geri döneyim başladığım yere dersen boşuna zahmet etme çünkü onlar da artık orada değiller. Orada olanlar da artık "orada değil" olacaklar. Bu sefer de her yerinde bir geçmiş bıraktığın şehre A'dan başlamaya gideceksin, hiç bilmediğin bi sehirde mi yoksa çok iyi tanıdığın bi sehirde mi bu düzeneğin icinde 20 saatini yaşayabileceksin hayatın en azından 4 saatini unutarak?
Masaya oturduğun zmn bakışından ruh halini anlayan, pek cok hatırayı paylaştığın, geride bir büyümüşlük, bir yaşanmışlığının olduğu, aynı anda aynı seylere gülmeye başladığın, çalan bir şarkıda "aa hatırlıyor musun.." la başlayan cümleleri sana kurdurtan, geçmişi birileriyle yaptım deil de beraber yaptıkların cinsinden konusabildigin insanlar. Yeniler hep olacak, onlarla A dan baslayıp daha önce defalarca kurduğun kelimeleri kurmaya çalışırken, bu insanlarla cümlelerin sayfaları sayfaların kitapları dolduracak tabi o kadar sanslıysanız: sahip çıkabilmişseniz ve değer vermişseniz.
Günü 24 saat yaşadığımızı anlamadığımız yıllara ve yanındayken zaman kavramını unuttuğumuz insanlara...

Hiç yorum yok: