17 Aralık 2008 Çarşamba

Sicko-Michael Moore


Yine bir Hande klasigi olarak yayınlandıktan aylar sonra izlemeye fırsat buldugum bir film, bir belgesel film aslında Sicko. Sabancı'da 5 sene boyunca aldıgım tam bir "Amerikancı" eğitimden ve "US rocks" felsefesinden sonra İngiltere'de kendimi buldugum su günlerde, zaten karsılastıgım pek cok durum beni sasırtırken ki misal gitmeden önce "ee niye bu adamlar saglık sigortanızı yaptırın gelin dememis? Ben yine de yaptırsam mı? Nası yani Amerika'ya bi hafta gezmeye giderken bile sigortalanıp gidiyorum, 1 sene orda sigortasız nası yani?" diye cırpınırken oraya gidip de okul kaydımı tamamladıgımın ertesi günü aile doktorum ve dişçimle ilgili tüm bilgiler yurduma postalanmıstı, sonra İngiliz olan yurt arkadaslarıma saskın saskın n tane soru sorarak ögrendim ki sigortalanmısım bile her anlamda dişlerim, gözlerim, tüüüm organlarım, herbişeyim. Bu bile garip gelmişti en basta cunku o kdr alısmısım ki vucudunun belli uzuvlarını, belli operasyonları ve belli tedavileri karsılayıp da gerisine posta koyan sigorta zihniyetine "vay be işe bak" demiştim. Tam bu kesifleri yasarken üstüne bu belgesel filmi izlemem cok anlamlı oldu. Aslında yayınlandıgında izleseymişim, filmin İngiltere ayagında bahsedilenleri yasayarak ögrenmek zorunda kalmayacakmısım. 
Sicko'ya gelirsek Michael Moore The Awful Truth tv show undan sora dünya capında ses getiren belgesellere imza attı, benim izleyebildiklerim Bowling for Columbine, Fahrenheit 9/11 ve simdi de Sicko. Eger izlememişseniz her birini tavsiye ederim ki en son Sicko bize tüm gercekliğiyle American Dream'in ne kadar yalan oldugunu ispatlayan bi belgesel film bana göre. İki tane sigortasız kaza gecirmiş Amerikalının hikayelerine kısaca deginilerek baslayan film "There are nearly 50 million Americans, with no health insurance. They pray every day, they don't get sick. Because 18.000 of them will die this year. Simply because they're uninsured." gerceklerini pat diye suratınıza yapıstırıyor.  Sonra da bu filmde sigortasızların hikayesinin değil, aksine 250 milyon sigortalının hikayesinin anlatılacagını acıklıyor ve bunu da ironik bi cümleyle "those of you who are living the American Dream"  tamamlıyor. Sonrasında kanser, kalp rahatsızlıkları gibi ciddi hastalıkların yanında, ateşi yükselmiş 18 aylık bir bebegin basına gelenleri izlemeye baslıyorsunuz, aslında dusununce basına gelemeyenleri demek daha dogru sanki cunku aynı rahatsızlıktan müzdarip Fransa'daki bir bebegin basına gelenleri de izleyince tüyleriniz diken diken oluyor.  Bi ara filmi izlerken, Afganistan ve Irak'ta dogan bebeklere icimden "en büyük sanssızlıgın o topraklarda dogmus olmak zavallı bebek" dedigimi bu filmi izlerken de sölemeye basladıgımı farkettim. Sonrasında da "nasıl yani?? cogu zaman öf keske Amerika'da dogsaydık, ne imkanlar sunulurdu önümüze yada öf su kdr calısmayı orda göstersem nası ödüllendirildim demiyor muyuz? Dünya'nın en büyük gücü, bilimde ilimde herbişeyde bir numara bi ülke. Hepimizin gözü düşüyor ah bi fırsat olsa da gitsek, green card kuyrukları" dedim ve gitmeye calısılan ülke bir günde kariyerinin zirvesinde milyon dolarlar kazanan insanları sırf kanser oldukları icin evsiz bırakabiliyor, hatta daha neler neler yapıyor ama ben daha fazla anlatmayayım ve siz kendiniz izleyip, kendi degerlendirmenizi yapınız. Belgeselde yayınlanan her iddia ve tespit ile ilgili belge Michael Moore'un diger belgeselleri icin de yaptıgı gibi kendi internet sitesindeki facts bölümünde verilmiş: http://www.michaelmoore.com/sicko/checkup/
US'den Kanada'ya, Avrupa'ya hatta traji komik bi anlatımla izliceniz üzere Küba'ya kaçan hasta Amerikalıların yanında Hilary Clinton'ın health care planının nasıl engellenip sonra onunda aynı Türkiye'deki gibi satın alınmıs binlerin arasına katıldıgını, tedavi edilmezse bikaç ay içinde ölecegi kesin hastalara sırf sigorta sirketine para kazandırıp bonus alabilmek icin tedaviye gerek yoktur damgası basan doktorların icraatlerini izledigim bu belgeselin sonunda düşündüm kendimi ve arkadaslarımı düşündüm. Ne o kanser cesitlerinin, ne kalp rahatsızlıklarının, ne uzuvlarımızı trafik kazasında kaybetmenin ne de baska su an bilemedigim hastalıkların bize hic ulasmayacagını, bulasmayacagını düsünerek yaşamıyor muyuz? Ölümsüz gibiyiz, maksimum midemiz agrır, basımız agrır, grip oluruz ya az uyumaktan ya dengesiz yasamaktan, bize bişey olmaz di mi? Bize o kadar bişey olmaz ki ömrümüzün sonuna kadar yaşayabilelim diye agzımızın suyunun aktıgı ülkelerde nasıl tedavi olacagımızı bile bilmeyiz, ne var canım calısırım cok zengin olurum aile zaten arkada destek ne para gerekiosa veririm tedavime diyenleri hissedebiliyorum su an, umarım verebilirsiniz ve bir günde evinizi barkınızı hastalıgınızdan kurtulabilmek icin kaybetmezsiniz.  
Dusundugum diger bir nokta da "Türkiye bu filmin neresinde?" sorusuydu. Mükemmel örnek almısız Amerika'yı, baska hangi konuda bu kadar basarılı örnek alıp uygulamaya koyabilmişiz cidden sasırtıcı. Benim ülkemde de parası olan tedaviyi alır, parası olmayanın bebegi ölür hatta parasız cocugun böbregi alınır paralı cocuga takılır neden cünkü o daha cok hakediyor yasamı babası zengin. Benim ülkemde de aileler kenarda köşede ciddi bi rahatsızlık ihtimaline karsı hep bi para tutmaya calısır cunku bilir ki o birikim olmazsa ya hayatından ya da evinden barkından vazgecmek zorundadır.  Bir fark bulabildim sadece ablamın doktor olmasından olsa gerek bu ayrıntılı bilgim de: İngiltere'deki gibi ne kadar cok hastaya hizmet verirsen o kadar prim alıyorsun ama bu uygulama da Türk doktorları arasında  "Amerikancı" mantıkla yeni bir sekil bulmus hasta kapmacaya dönüsüp, dogru düzgün hastalık tespiti yapmadan liste doldurma yarısına dönüşmüs. 
Yazımın sonunda bi anımı paylasmak isterim sizlerle, bundan 3 yıl önce cok siddetli bir mide rahatsızlıgıyla İstanbul'daki bir vakıf hastanesine gittim. Gercekten mükemmel bir doktor tarafından sikayetlerim dinlendi ve endoskopi yapılması gerektigi ortaya cıktı. Ailemle aynı sehirde yasamıyordum, hayatımda ilk defa hastanedeydim ciddi bişey icin, neyseki teyzem ve arkadaslarım vardı bana destek olacak yani yalnız degildim. Endoskopi denilen sey agzınızdan midenize sarkıtılan bir boru (bir malzeme mühendisi olarak detayları da verebilirim :) ama gerek yok) borunun ucundaki minik kameracık midenize bakıcak, fotolar cekicekler doktorunuz teshis edebilsin diye. Universitemin sagladıgı özel sigortam bunu karsılayacak karsılamayacak su bu o an bunlar sizin icin o kadar anlamsız muhabbetler oluyor ki (kaldi ki bu kadar basit bir olay bi kanser yada baska ciddi hastalıkların tespit yöntemlerine nazaran) ve doktorun gecikmesi yuzunden beklenen 2 saat, sonrasında endoskopi odasında sigortanızdan yanıt beklioruz diye 1 saat daha hortumun bana benim ona bakıp gecirdigim sıkıntılı dakikalar sonunda isyanım ve "yeter artık yapın sunu sigorta falan istemiyorum" dedigim anda sigortanın yanıtının gelmesi ve sıkıntılı durumun bitişi. Bu basıma gelen durum yıllardır beni düsündürür, o kadar yakınız ki o durumun on katı bin katı zorlu durumlara, bu işlem digerlerine nazaran ucuz olunca diyebiliyorsunuz "baslarım sigortasından" diye ama bunu diyemeceginiz durumlar olmayacak mı? O insanların neler yasadıgını düsünemiyorum bile. Sigorta parayı ödemedigi icin 3 hafta her dakika kocasının ölümünü izlemek zorunda kalan kadının acısını düsünemiyorum bile. Neden İngiltere, Fransa hatta Küba bunu asabilmişken onları örnek almadık, almıyoruz ve almayacagız? Neden? İnsana deger vermek, hayatlara, insan uzuvlarına saygı göstermek bu kadar mı zor ? Neden Amerika da neden Fransa değil? Ha bi de neden hicbi arkadasımdan su güne kadar "of Fransa'ya bi kapagı atsak, hayatımız kurtulur" lafını duymadım da  o hep Amerika oldu :) 
Bence bizler ölümsüzüz, aynen devam...